22 Eylül 2014 Pazartesi

Vesvese Nedir ?

Kalbe gelen havatır = hatıralar. düşünceler eğer müspet ve güzel şeylerse buna: «ilham» denir ki, bu melek tarafından olmaktadır. Eğer, menfi ve çirkin ise buna: «Vesvesese denir ki, bu da şeytan tarafından yapılmaktadır. Melek. insanı hayırlara, sevaplı olan şeylere, sulh ve selamete çağırır : imana. İslam a, iyi huylara çekmek ister. Şeytan ise, şerlere, sonu feci olan günahlı ve rezil şeylere, kavgalara, kıtallere çağırır; küfür ve nifaka, şirke ve şüpheye, kötü huylara, fuhşiyata yuvarlamak ister [1].




Kalbe gelen hatıraların ölçüsü:

Kalbe gelen hatıraların hayır mı, şer mi? olduğunu bilmenin ölçüsü dörttür: Birincisi: Kalbe gelen hatıra ve düşünceyi, dini ölçülere vurmak, şeriat terazisi ile tartmak. Eğer, kalbe gelen hatıra dinin emirlerine uygunsa, işlenmesi mubah ve sevaplı ise, hayırdır. Eğer, dinimizin emirlerine muhalifse, işlenmesi haram ve günahlı bir şey ise şerdir. ikincisi: Kalbe gelen hatırayı, ilmi ile amil olan bir alime ve itimatlı bir salih kimseye arz etmek. Eğer onlar hayır derlerse, hayır; şer derlerse şerdir. Üçüncüsü: Eğer, salih amelleri işlemeye götürmek istiyorsa hayır, işlemek, işletmek istemiyorsa şerdir. Dördüncüsü: Nefse arzedilir: Eğer, nefis ondan nefret eder. hoşlanmaz ve yapmak istemezse hayırdır; eğer nefse hoş gelir ve yapmak isterse şerdir ..


.



(1) Kalbe gelen hatıralardan iki kısım daha vardır ki, onlardan birisi vasıtasız olarak Cenabı Hak tarafından olur, birisi de insanın tabiatı vasıtasıyla olur, Cenabı Hak tarafından vasıtasız olarak veya melek tarafından gelen hatıralar, ibadet, taat, halinde ve iyilikler. ihsanlar akabinde gelirse o hayırdır ve ikram içindir. İşte buna, kalbin, Rahmanı ve melek] oları hayırlara vasıl olup, iyiliklere yönelmesine: «Tevfik. hidayet, inayet ve lütuf» denir. Eğer, kalbe gelen hatıralar. günah ve masiyyet akabinde gelirse o şerdir ve ihanet içindir. İşte bu gibi hallerde kalbin, şeytani olan vesveselere hedef olmasına ve fena hatıraları kabul edip, kötülüklere yatkın olmasına: «Ukubet, dalalet ve hızları» denir. Amma insanın kendi tabiatı vasıtasıyla gelen hatıralar. şehvetlere meyilindir. Ona: «Nefis» ve davetine (heva) denir. Bu da ancak şerdir ..


Melek ve şeytan, Allah Tealanın tasarrufunda ve Onun emriyle faal bulunmalarından dolayı hidayet ve dalalet. tevfik ve hızlan Allaha nispet olunur. Melek ve şeytanın faaliyetleri, kulun irade-i cüz'iyyesinin kullanmasına göre, Cenabı Hakkın hikmet ve kaderiyle ve tekvini iradesiyle meydana gelir .. Kalbin, hayır veya şer tarafına temayülü: Kulun tam bir salahiyet içinde cereyan eden ihtiyarı, azim ve kararı neticesi olduğundan, yaratılan işin mesuliyet kulun kendisine racidir .. 

Vesvesenin İlacı

Şeytan, çeşitli hileler, çeşitli tuzaklar ve vesveselerle insanı iğfal ederek hayırları terk ettirip, haramları işleterek. günahlara sürüklemeye çalıştığı gibi; bilhassa İnce ruhlu ve hassas Müslümanlara, çeşitli fena vesveseler vererek: hayallerinde mukaddes olan şeylere karşı şetme benzer bazı pis hatıraları ve çirkin halleri tasvir ederek; gönüllerinden edepsiz manalar geçirerek, meşgul ediyor.. N eler ve neler aklına getiriyor .. Böyle olunca, bunun esasını bilmeyen vesveseli adam zanneder ki, kalbi Rabbine karşı veya İslam büyüklerine karşı edepsizlikte bulunuyor. İşte bu halden kurtulmak için: (Eyvah! Ne büyük kusur ediyorum .. » diyerek huzurdan kaçmak ve gaflete dalmak istiyor ...


 Bazı Müslümanlarda da, abdest alırken; namaz kılarken suyun pis mi, temiz mi olduğuna dair, azalarım yıkayıp yıkamadıklarına veya kaç defa yıkadıklarına, namaz kılarken de kaç rekat kıldıklarına dair şüpheler, düşünceler meydana getirir. Tekrar tekrar abdest alacağım derken adamı cemaat dan alıkoyar. Namaz kılarken de: «Bu olmadı» diyerek tekrar tekrar kıldırır .. Bazen bir müstehabı ararken bir vacibi veya bir farzı terk ettirir.

Bazan da, müslümanın kalbine şeytan evvela şüpheyi atar. küfrü icap ettirecek şeyler hatırına getirir.. Bir hayli bunun üzerinde ısrar eder, o kötü şeyleri hatırlatır durur: kalb bunu kabul etmezse bunu bırakır, başka şekilde kötü şeyler hatırlatmaya başlar adama: «Eyvah! Kalbim bozulmuş .. Nasıl olsa helak oldum .. » dedirterek, adamı hasta etmeye çalışır ..



Bunun İlacı şudur: Üzerine düşmemek, korkmamak, ehemmiyet vermemek. Çünkü, üzerine düşüldükçe, çoğalır; ehemmiyet verdikçe büyür; korktukça, ağırlaşır adamı hasta eder .. Nasıl ki, yolda yürüyen bir kimseye serseri bir köpek musallat olur: «Hav, hav .. » diyerek takip eder. O köpekle (korku ve telaş gösterip) meşgul olunsa, ona taş atılsa daha fazla Üzerine atılır, faaliyetini çoğaltır .. Amma, hiç aldırış edilmese yavaşlar ve bırakır .. Bunun gibi, şeytanın vesvese vererek insanın hayalinde canlandırdığı, kalbine üflediği şeylere hiç aldırış etmemek ve korkmamak lazımdır. Çünkü, akla gelen o kötü şeyleri kalben tasdik etmedikçe; ve bilerek işlemedikçe günah sayılmaz. Zira, o kötü. hatıralar ve çirkin sözler kalbin değil, şeytanındır .. Zaten kalb, o gibi sözleri kabul etmediği gibi teessür ve teessüf etmektedir.



Hem nasıl ki: Bir aynaya, pislik, kan ve irin gibi iğrenç şeylerin suretleri aksetmekle ayna pis olmaz ve aynanın kendisine bizzat o pislikler bulaşmadıkça temizliğine hiç bir suretle halel gelmez; işte bunun gibi, o kötü hatıraların ve çirkin sözlerin manalan kalbe aksetmekle kalb pis olmaz .. Ancak, kalb o pislikleri kabul ve tasdik ederek üzerine düşürürse o zaman kalb bozulmuş ve kirlenmiş olur; aynaya pisliğin aksetmesi değil de, kendisinin düşüp kirlettiği gibi.. İşte bunu, böylece düşünüp kalbe gelen şeytanın vesvesesine ve kötü şeylere merak edip üzerine düşmemelidir- Bir hadisi şerifte şöyle buyrulmuştur:


«ümmetimin günlüne gelen (nefsani ye şeytani) temayülleri ve hatıraları (kabul etmedikçe ve fiilen) işlemedikçe, yahut dil ile söylemedikçe, Allah Teala affeder.) Buhari. 

Nefis Terbiyesi Nasıl Yapılır ?

Şimdi, (ruhun kuvvetlerinin vazifelerini tam ve doğru olarak yapabilmeleri için) ruhun hastalıklardan kurtarılıp, korunmasını ve terbiye edilmesini izah edelim:

Ruhun kuvvetlerinin üç olduğunu ve bunların da: «Duymak», «Anlamak», «Karar vermek» isimlerini aldığını yukarda söylemiştik. İşte, ruhu hastalıklardan korumak ve ruhu terbiye etmek demek: Ruhun kuvvetlerini terbiye ve ıslah etmek demektir. Çünkü, ruhu, kendisine mahsus olan hastalıklardan koruyabilmek ancak bu suretle olabilir. Eğer his ve duygu kuvveti bozulursa, hasta olursa yanlış hisseder, yanlış duygu verir, böylece yanlış düşünmeye ve isabetsiz kararlara varmaya sebep olur.



Burada bir misal ile bunu iyice izah edelim: Bir kimse gözüne kırmızı renkli bir gözlük taksa, etrafına baktığı zaman her şeyi kırmızı görür. Yani, gözüne taktığı gözlüğün rengi ne ise bütün eşyayı öyle görür. Halbuki, gördüğü şeylerin aslı öyle değildir; ancak gözlüğün rengine göre öyle görmüştür. İşte; bunun gibi, insan vicdan gözüne, kalp, his ve duygu mahalline yanlış renklerde gözlük takarsa; yanlış hissetmeye, doğru zanniyle eğri ve yanlış duygular duymaya başlar; böyle his ve duygunun elbette düşüncesi de yanlış olur. Bir şey hakikatta nasıl ise, öyle görmek ve öyle duymak ve öylece düşünmek ne kadar bahtiyarlıktır. Resulü Ekrem (S.A.V.) efendimiz bir hadisi şerifte. «Ya Rabbi! Bana eşyanın hakikatını olduğu gibi göster ... )) buyurmuş ve bunun ehemmiyetini bize duyurmuştur.

İşte insan maddi sahada akı ak, karayı kara, demiri demir, kömürü kömür, gördüğü gibi; manevi sahada da, hakkı hak, batılı batıl, iyiyi iyi, kötüyü de kötü görebilmeli, öylece duyabilmeli ve öylece düşünüp, yine öylece karar verebilmelidir.

İşte bunun için de, ruhun kuvvetlerinin hastalıktan selamette olması ve iyice terbiye edilmesi lazımdır. Ruhu terbiye etmek ve hastalıktan korumak için şu esaslara riayet etmek lazımdır:

1) Ruhu; evham vesvese ve hurafe'lerden temizlemek,

2) Sahih ve nezih bir itikada sahip kılmak,

3) Sahih ve esaslı bilgilerle parlatmak ve bezemek,

4) iyi huylarla ülfet ettirmek ve 'ahlaki faziletlere alıştırmak. ..



işte bunlara riayet edildiği nisbette, ruh selamette kalır ve ruhun kuvvetleri vazifesini tam yapar. Yukarda anlattığımız ruhun üç kuvvetlerinden başka diğer kuvvetleri ve yardımcıları da vardır. Ruhun bu yardımcıları iki kısımdır: Birincisi, hem insanda ve hem de hayvanda bulunanlar. ikincisi ise, yalnız insanda bulunanlar. Hem insanda, hem de hayvanda bulunan birinci kısım da üçtür:

1) «Havassı selime» dediğimiz beş duygu: Görme, işitme, tatma, dokunma ve koklama duyguları. (Bu duygu ve kuvvetler, yalnız insanda bulunan hayal ve hafıza kuvetleri ile yardımlaşır.)

2) Şehvet ve gazap kuvvetleri.

3) Vücudun her tarafına yayılmış olan hayat kuvveti. Yalnız insanda bulunan ikinci kısım ise: Akıl, fikir ve ilim kuvveti. Ve bir de: merkezi dimağ olan, iç duyumlar vardır. Bunlar da beştir: Hayal, tefekkür, hafıza, tezekkür, fehim kuvvetleri. Bu kuvvetler insandaki diğer beş duygu ile alakalıdır. işte ruh, beden ülkesini bu yardımcılar, duygular ve kuvvetlerle idare eder ...

Duyum organları ruha, türlü bilgiler, zanlar ve düşünceler getirirler. Bunların kimisi iyi, doğru; kimisi de kötü ve yanlış olabilir. Bunların kötü ve yanlış olanları atılmadıkça rühun diğer kuvvetleri yanlış duymaktan, yanlış anlayıp ve düşünmekten ve nihayet yanlış karar vermekten kurtulamaz.

Onun içindir ki, ruha bilgi getiren duyum organlarının temiz tutulması ve vazifelerini doğru ve tamam yapmalarının sağlanması lazımdır. Şimdi bunu bir misalle izah edelim:

Ruh, kendisine beş ırmaktan su akan bir havuz gibidir. Bu ırmaklar temiz aktığı müddetçe havuz temiz kalır ve berrak olur. Amma, zaman zaman ırmaklar bulanık akarsa havuz berraklığını kaybeder, tabanına birçok çamur birikir. O çamurların ara-sıra karışmasıyla havuz bulanır berraklığını ve açıklığını kaybeder; böylece içindekini tam göstermez ... İşte bunun için, ruha bilgi akıtan duyum organlarının akıttıklarının temizlenmesi lazımdır.

Zaman zaman beden ülkesinde meydana gelen hadiselerden dolayı, duygular ruh havuzuna bulanık bilgi suyu akıtırlar. Onun için, havuzu temizlemek isteyen kimse, ilkönce gelen suları tıkaması, kesmesi ve ondan sonra kova kova o pislikleri atması, havuzu boşaltması ve ondan sonra da bulanık su akıtmamaya dikkat etmesi lazımdır ...

Diğer bir misal: Ruh tertemiz ve pak bir ayna gibidir. Şehvet ve gazap kuvveti tuğyan ederek, günahlar işlerse; kara bir duman gibi, ruh aynasını bulandırır, paslandırır. Hakikatleri net olarak göremez, tam ve doğru olarak gösteremez. Çünkü, günahlar ve kötü huylar kapkara pis dumana benzer. İnsandan kötü hareketler ve günahlar sadır oldukça, ruhu karartır. Bu hale gelen ruh, buhranlar ve karanlıklar içinde kalır; Cenabı Hakkın nurunu alamaz; böylece, o ruha sahi_p olan kimse manevi ve ruhani yükselmeden mahrum kalır. Fakat, hemen tövbe eder, yaptıklarına pişman olur da iyiliklere yapışırsa, kalbindeki ve ruhundaki o siyah lekeler ve kapkara olan isler paslar silinmeye ve yeniden parlamaya başlar ...

Şu halde, insan ruh havuzunu veya aynasını bulanıklardan, isten pastan temizlemesi ve daima temiz bulundurması lazımdır. Bunun için de, şehvet ve gazap kuvvetlerini aklın emrine verip, şehvani kuvvetlerine değil aklına tabi olması icabeder. Çünkü bütün kötülükler, ahlaksızlıklar şehvet ve gazap kuvvetlerinin tuğyan edip tabii yolunu ve hakiki faziletlerini bırakmalarından meydana gelir. Şehvet ve gazap kuvvetlerini kendi meşru vazifelerinin haricine çıkarmamak için ruhun en kuvvetli silahı ve yardımcısı akıl, ilim ve düşüncedir.

İşte, ruhun yardımcısı olan akıl kuvveti, eğer Kur'anı Kerim ve hadisi şeriflerin ışığı altında ilim ve fazilet silahı ile diğer kuvvetleri kendi öz vazifelerinin haricine çıkarmayıp, kendi hudutlarında muhafaza ederse, ruh sıhhatta olur vazifesini tam yapar. O zaman insanda en yüksek faziletler meydana gelir; meleklerin mertebesine kadar yükselebilir. Fakat insan aklına tabi olmayıp da, şehvet ve gazabına tabi olursa, aklını da bunlara esir ederse, ruh kararır, hastalanır ve vazifelerini yapamaz. O zaman da insan, şeytanlara, iblislere bile kılavuzluk edecek bir derekeye yuvarlarur; hayvanlardan daha aşağı olur ...


İşte onun içindir ki: Bu hususları ince ince düşünüp, akıl ve idrak kuvvetini geliştirip; bütün işlerimizi: Akıl, mantık ve şeriat çerçevesi dahilinde yapmamız ve ruhu terbiye ve ıslah etmeye çalışmamız lazımdır. Bu zaten biricik vazifemizdir. 

Haramlardan Korunmak

Şeytanın şerrinden kurtulmanın ve onun tuzağına düşmemenin çaresinden birisi de, haramlardan sakınmak ve mütteki olmaktır .. Allah Teala hazretlerine hakkıyle kulluk eden mütteki kimseler şeytanın şerrinden beridirler. Öyle kimseleri koruyacağını Cenabı Hak şeytana şöylece bildiriyor: [Ey şeytan! Benim gerçek kullarını var ya, işte senin onlar üzerinde hiç bir hakimiyetin yoktur. (Sen onları tamamen iğvaya kadir olamazsın. Onları büyük günahlara götüremezsin. Onları senin şerrinden, vesvese ve tuzaklarından hıfız ve himaye için) Vekil olarak Rabbim yeter! .. ] İsra süresi 65

Takvaya eren kimselerin, şeytani olan hatıraların kötü olduğunu ve bunun şeytandan geldiğini, idrak edebileceklerini ve böyle kötü hatıraların arakasına düşmeyeceklerini Cenabı Hak şöyle haber veriyor: [Takva,ya eren, salih kimseler var ya, onlara şeytandan herhangi bir arıza, vesvese iliştiği zaman, Allahın emir veya nehiy etiği şeyleri iyice düşünürler, bir de bakarsın ki onlar hakikatı görüp bilmişlerdir bile.. Şeytanların kardeşleri olan kafirleri ise şeytanlar sapıklığa sürerler. Sonra da, bir daha yakalarını bırakmazlar.·] !Araf suresi 201-202.


Evet, bir kimse ittika eder, büyük ve küçük günahlardan açıkça haram olanlardan ve hatta şüphelilerden sakınırsa, öyle bir kimseyi şeytan kolay kolay aldatamaz. Çünkü, adamın günahlara meyli yoktur, şehvetlerini zamanında frenlemesini bilmektedir. 

19 Eylül 2014 Cuma

Nefsin Kusurları Nelerdir ?

Aziz Müslüman! İyi bil ki, Cenabı Hak bir kuluna hayır murad ederse (ki bu da o kulun Allaha karşı yaklaşma niyeti varsa, O'nun yolunda, iyi bir mü 'min olmaya çalışır ve mücahede etmeye uğraşırsa öyle olur) nefsinin ayıplarını gösterir; kötü huylarını kendisine bildirir. Akıllı bir mü'min kendisini iyice yoklarsa, hal ve hareketine iyice dikkat ederse nefsinin ayıplarını görmekte güçlük çekmez. Kötü huyları ve noksanları kendisine gizli kalmaz. İnsan, nefsinin ayıplarını, kendi kusurlarını anlarsa, çaresine bakar; ilacını kullanır, o kötü huylardan kurtulmaya çalışır. Fakat ne yazık ki, insanların çoğu kendi ayıplarını bilemiyor ve noksanlarını iyice idrak edemiyorlar. Bazıları ise, yaptıkları kötülükleri, ahlaksızlıkları iyi diyerek yapıyorlar ve başkalarının en küçük bir ayıbını gördükleri halde, kendilerinin en büyük ve en çirkin nice ayıplarını görmüyorlar veya göremiyorlar.

Bunda da, muhakkak nefis ve şeytanın büyük rolü vardır.



İnsana kendisini beğendirip, koyu bir «ucup = kendisini iyi ve hayırlı görme» haleti ruhiyesi ile gezdirir. Kendi ayıplarını ve noksanlarını gözünden gizler, kötülüklerini süsler iyi gösterir.

İşte insan, hasta ve kusurlu olduğu halde, peşinen kendisinin kusursuz ve kalbi hastalıklardan beri olduğunu, aksine çok güzel ahlaka sahip bulunduğunu kabul ederse, öyle bir kimse nasıl kendisine şifa arar ve nasıl kötü huylardan kurtulabilir?

Eğer bir kimse, kendi ayıplarını, kusurlarını ve günahlarını görmek, bunları öğrenmek ve bilmek arzu ederse, çaresine bakmayı ve ilacını bulmayı candan isterse, onun dört türlü yolu vardır:

1 - Kendisini inceden inceye, araştırmak hal ve hareketini tesbit edip durumu manevi tabip mesabesinde olan basiretli bir din alimine, ilmi ile amil bir ahiret adamına anlatmak, iyice bir muayene olmak, onun önünde, meclisinde oturup, nasihatlerini dinlemek ve onun vereceği ilaçları kullanıp nasihatlarını tutmak ve böylece tedavi olmaya çalışmak. Bunu yapmazsa veya öyle bir alim bulamazsa, bu bilgiyi verecek ahlak kitaplarını çok okumak ....



2 - Dindar, ahlaklı, insaflı ve iyi görüştü arkadaşlar edinmek ve onların tavsiyelerini iyi niyetle dinlemek kendisinin hatalarını gördükleri ve duydukları zaman söylemelerini, ikaz etmelerini rica etmek. Cenabı Hak Kur'anı Kerimde şöyle buyurmuştur: [Ey mü'minleri! Allahtan korkun ve doğrularla, güzel ahlaklılarla beraber olun!] Tövbe süresi, ayet 119.

Hazreti Ömer (RA.) efendimiz': «Benim ayıplarımı bana getiren, söyliyen kimseye Allah rahmet etsin!» dermiş. Ve zaman zaman Selmani Farisi (RA.) hazretlerine kendi kusurlarından sorarmış, Bir gün ona, vebal vererek: «Doğru söyle! Benden sana mekruh olan, hoşa gitmeyen bir şeyler yaptığımı söyleyen oldu mu? Böyle bir şey senin kulağına geldi mi? .. » diye sormuş. Selmani Farisi (RA.) çekimser davranmış, mazur görülmesini rica eetmiş ise de, ısrar karşısında kalınca şöyle demiş: «Evet, duydum! Sen bir sofrada iki katığı( birkaç kap yemeği) birleştirmişsin. Bir övün de iki kap yemek yemişsin. Bir de, senin biri geceye biri de gündüze ait olmak üzere iki elbisen varmış.» Bunu dinleyen Hz. Ömer: «Bundan başka duy-
dun mu?» deyince: «Amma bunlar sana yeter, bunlar o kadar mühim değil mi?» diye vermiş.



Yine Hz. Ömer (R.A.) Peygamberimizin sır arkadaşı olan Huzeyfe (R.A.) den sorarmış ve dermiş ki: «Sen Resülüllahın sır arkadaşı idin. Resülüllah sana münafıkların sıfatlarını, hal ve hareketlerini bildirirdi. O nifak alametlerinden bende hiç görüyor musun? Rivayete göre Huzeyfe Hazretleri de merakla: «Sen böyle sorduğun halde ya biz ne yapalım!» diye ağlarmış

Bakınız, Hz. Ömer (R.A.) o yüksek derecesiyle, Allah yolunda her şeyini feda etmiş ve adaletin sembolü olmuş iken yine böyle sorar ve nefsanın durumu ne olursa olsun daima nef yapmalıyız? ... İşte, insanın durumu ne olursa olsun daima nefsin şerrinden sakınmaya ve ayıplarını araştırıp gidermeye çalışmalıdır... İyi niyetle ayıplarımızı ve noksanlarımızı bize söyleyen ahbabımıza, arkadaşımıza teşekkür bile etmeliyiz. «Kişi noksanını bilmek gibi kanıili İrfan olamaz!» diyen ne güzel söylemiş ...



3 - Düşmanlarının kendisi hakkındaki sözlerinden, tenkitlerinden istifade edip nefsinin ayıplarını ve kusurlarını öğrenmek. Çünkü bir kimse birisine düşman olursa, ona buğzederse en küçük hatalarını bile kaçırmaz. İşte onun içindir ki, hataların! arayan, nefsinin ayıplını gözeten insan; çok kere: kendisini öven, iki yüzlü olarak, samimi olmayarak yüzüne methini yapan dost'dan, insaflı ve mert olarak nefsinin ayıplarını, kusurlarını, noksanlarını söyleyen düşmandan daha çok istifade eder. Hele, samimi bir dostun ikazları ve iyi niyetli tenkitleri yanlış anlaşılırsa: «hasedinden yapıyor bana düşmanlık ediyor» diye karşılanırsa, dost düşman sanılırsa bu da çok kötü bir mes'uliyet arzeder. Onun için bu noktalarda çok hassas bulunmalıdır.

Aziz Müslüman! Seni ikaz eden, veya tenkitte bulunan kimse ya dostundur veya düşmanındır. Dost da olsa, düşman da olsa tenkidi güzel değerlendirirsen senin için faydalı olur. O tenkidi yapan kimseye düşman gözü ile bakar ve onun aleyhine kıyam edersen, kendi zararına olur. Zira, bu huyunu bilen kimse sana bir daha bir şey söyleyemez. Bu takdirde, senin yüzündeki kirleri gösteren aynaları kendi elinle kırmış olursun.. Halbuki aynanın kıymetini bilen kimseler para ile ayna alıp cebinde taşımaktadırlar .. Seni halisane ikaz eden arkadaşlarına, ahbaplarına: «Bunlar, hasetlerinden, çekemediklerinden böyle demektedirler ... » diyerek su-i zanda bulunursan, öyle vehmederek kötüye yorarsan günaha girmiş olursun .. Dost olsun, düşman olsun dedikleri doğru ise, o hal sende var da sen bilmiyorsan bu ise ayrıca bir vebaldir.. Hulasa, ister dost olsun, ister düşman olsun, ikaz veya tenkidi iyice tetkik eder, senin için alınacak varsa alır faydalanırsın, teşekkür edersin; şayet yoksa hoş görür ve sabredersin ...



Demek oluyor ki, dostların ikazı ve tavsiyeleri, düşmanların da sözleri ve tenkitleri: Kendisini kemalleştirmek, hatalarını tashih etmek isteyen insanın mutlaka faydasınadır. Kışın soğuğunda ağaçlardaki zararlı haşaratın ölmesine, yazın sıcağında da meyvelerin olmasına. ve gelişmesine faydalar olduğu gibi... Yalnız şu farkla ki: Sıcak ve soğuk Cenabı Hakkın emri ile, kudreti ile meydana gelip her ikisi sıfatını icra etmekte ve vazifesini yapmaktadır. Bunlar, akıllı ve mükellef değillerdir; onun için sevap veya ceza yoktur bunlara. Amma, iyi niyetle ikazda bulunan dost, iyi niyetine göre sevaba nail olur. Düşman da, eğer kötü niyetli ise, yani o kimseyi perişan edeyim ona hakaret edeyim niyetiyle konuşursa, işte o kötü niyetli tenkidinden dolayı ceza görür ...

Evet, dostların samimi ikazları ve tavsiyeleri baharın ve yazın bunca çiçeğe, nebata, ağaca faydalı olan, meyveleri olduran, tatlandıran ve kemalleştiren yazın sıcağına benzer ki: İnsanın kalb bahçesindeki iman ağacının kemalleşmesine ve o ağaçtaki güzel ahlak ve fazilet meyvelerinin gelişmesine ve olgunlaşmasına sebep olur. Düşmanların dedikodu ve tenkitleri de: ağaçlardaki haşaratı öldüren kışın soğuğuna benzer ki:


İnsanın kalp bahçesindeki iman ağacının hakikat ve fazilet meyvesi verecek olan dallarındaki yaprakları ve çiçekleri yiyen, kibir, gurur, ucup, kin ve haset haşeratının öldürür ...


4 - insanların arasına karışıp, cemiyette gördüğü kötülüklerden ibret alıp, kötü gördüğünü yapmamak suretiyle nefsinin ayıplarını anlayabilir. Büyüğün birisine sormuşlar. ahlaki kimden öğrendin diye o da cevap vermiş: «Ahlaksızdan öğrendim. Çünkü baktım ki yaptığı kötüdür. işte o kötülüğü ben yapmadım.» demiş. 

16 Eylül 2014 Salı

İslami Bilgiler | Hakkımızda

Bismillahirrahmanirrahıym...

Müslüman kardeşlerim, İslami Dini Bilgiler blogumuz yayın hayatına başlamış bulunmaktadır.



Blogumuzda A'dan Z'ye İslam'a ait her türlü bilgileri bulacak, dini video izleyebilecek ve ilahiler dinleyebileceksiniz.

Sitemizde;

  • Kuran-ı Kerim
  • Namaz
  • Oruç
  • Zekat
  • İman
  • İlahiler
  • Şeytan
  • Kıssadan Hisseler
  • Evliyalar
  • Dini Film ve Videolar
  • Dini Soru ve Cevaplar kategorilerinde İslam'a dair bilgileri paylaşacağız.

Şeytanın Düşmanlığı

Şeytanın şerrinden kurtulmanın ve onun tuzağına düşmemenin en büyük çarelerinden birisi de, onun düşman olduğunu daima hatırlamak ve onun hilesine karşı daima uyanık bulunmak lazımdır. Cenabı Hak Kur'anı Kerimde: [Ey müminler! Şeytan sizin eski bir düşmanınızdır. Onun için siz de kendisini amansız bir düşman belleyin!.. ] buyurmuştur (1).




Şu halde. insanın amansız bir düşmanı olan şeytanın düşmanlığını unutmamak ve onun şerrinden daima sakınmak lazımdır. İşte bu hususu hatırlatmak üzere, mübarek İslam Dinimiz Hac mevsiminde, Minede şeytanı temsilen Cemreleri usulü dairesinde taşlattırarak müminlere maddi ve manevi talim yaptırıyor; onun çok korkunç bir düşman olduğunu, şerrinden sakınmak için daima uyanık bulunmak lazım geldiğini hafızalara yerleştirmek istiyor... Demek ki, cemreleri taşlamanın mühim hikmetlerinden birisi de budur .. çünkü, İslamiyet insana daima faydalı şeyleri yaptırır...



Bir düşmanın karşısında hazırlıklı bulunulursa aniden onun hücumuna uğramaktan ve istila etmesinden kurtulunmuş olur .. Aksi halde, hazırlıklı bulunulmazsa tehlike fazlalaşır... Bir İslam’ı büyüğüne sormuşlar: «Efendim, acaba şeytan uyur mu ? .. » O zat cevap vermiş: «Eğer uyusa, biz biraz istirahat ederiz.» Demek ki, kıyamete kadar diri olduğu gibi uyuması da yokmuş .. Bununla beraber, onu def etmenin ve kuvvetten düşürmenin yolları ve usulleri vardır. Nitekim, Resülü Ekrem (S.A.V.) efendimiz şöyle buyurmuştur: «Mü'min şeytanını Zayıflatabilir, seferde devesini zayıflattığı gibi •. » «Muhakkak şeytan Adem oğlunun kan damarlarında cereyan eder. İşte onun İçin, açıkla onun mecrasını daraltınız .. » Çünkü açlık şehveti kırar şeytanın faaliyetini zayıflatır ..



(1) «Ebu Hüreyre (R.A.) şöyle dua edermiş: Allah’ım: Zani ve Sarık, olmaktan sana sığınırım!.. Bunu duyanlar: Efendim. yaşınız geçmiş, bir ihtiyarsınız ve siz Resulullahın en yakın ashabındansınız .. Siz de mi zina etmekten, hırsızlık yapmaktan korkuyorsunuz .. Diyenlere: Ben nefsimden nasıl emin olabilirim  .. Çünkü, İblis diridir! .. dermiş. Tefcir 12.